Başarılı Profesyoneller Hayal Kurmaz!


Başarılı Profesyoneller Neden Hayal Kurmaz?
Erkek adam neden ağlamaz?
Kızını dövmeyen neden dizini döver?
PROBLEM
Ortlama bir birey, çocukluktan itibaren bir yandan içinde varolduğu sosyal çevreye uyumlu davranarak kabul görmeye bir yandan da bu sosyal gurup içerisinde ayrışmaya ve saygın bir pozisyona yükselmeye ihtiyaç duyar. (Conformity*, Üstünlük Çabası*)
Profesyonel yaşamda yaratacağımız etkiyi şekillendirecek içsel çatışmalarımızdan biri bu şekilde gösterir kendisini. (ama bu yazıdaki odağımız bu değil)
Bebeklikte anne babayla pratik yaparak öğrenmeye başladığımız sosyal bağlar kurma becerimiz (John Bowlby ve Mary Ainsworth*) hayata bakışımızı, olan biteni yorumlayışımızı, dolayısıyla da hayatın karşımıza çıkarttığı durumlarda vereceğimiz tepkilerimizi küçük yaşlardan itibaren şekillendirmeye başlar.
Akıl yürütme yetimiz de doğal olarak, içinde büyüdüğümüz ailenin, yakın akrabaların, mahallemizin, öğretmenlerimizin, arkadaşlarımızın etkisiyle, toplumun normlarıyla şekillenir.
Genelleme yapacak olursak, batı kültüründen etkilenmiş kapitalist toplumlarda “PROFESYONELLİK ciddiyet, rasyonellik, dakiklik, etkinlik, teknik beceri, mesafelilik olgularının bileşenidir” inancı yaygındır.
20′ li yaşlara gelip profesyonel dünyaya girdiğimizde, çoktan kabullendiğimiz “makbul” akıl yürütme sayesinde HAYALCİ ve OYUNCU (playfulness) yanımızı bastırır, hobilerimizi bohçalayıp, emekli olduğumuzda tekrar açmak umuduyla “depoya” kaldırırız. (conformity*)
Çünkü
“İş yeri oyun yeri değil” dir
“Profesyonel hayatı hayalcilere göre değildir, iş gerçeklerle” dir.
ÇÖZÜM ÖNERİSİ
Oysa, bizi heyecanlandıran geleceği hayal edebilmek, bugün gösterdiğimiz performansın en önemli kaynaklarından biridir.
Yaşam kalitemizi ve performansımızı artırmak için
- Kendimizi tanımak (neyi neden yaparız)
- “Kritik Düşünme” becerisi geliştirmek.
- Karar verme yetimizi geliştirmek.
Ve Hayal Kurmayı Tekrar Hatırlamak ÖNEMLİ
Etkili Liderlerin Yaşam Kurgusu KİRPİ TEORİSİ

İlham Kaynakları
Para sorun olmasa nasıl bir yaşam sürmek isterdin?


Üstünlük Çabası
Adler hepimizin yaşama bir aşağılık duygusuyla başladığımızı Söyler.
Güçsüz ve çaresiz bir çocuğun yaşamını sürdürebilmek için daha büyük ve güçlü yetişkinlere bağımlı olması, bunun ilk örneğidir.
Adler‘e göre bu algı, yaşam boyu aşağılık duygularımızla başa çıkmak için göstereceğimiz çabanın başlangıcıdır. Adler bunu üstünlük çabası olarak adlandırır. Freud güdülenmeyi cinsellik ve saldırganlık temalarıyla açıklarken, Adler üstünlük çabasının yaşamdaki güdüleyici güç olduğunu öne sürer. Ona göre, bütün diğer güdüler bu tek oluşum altında ele alınabilir. “Üstünlük çabasını, bütün psikolojik olgularda açıkça görmeye başladım” diye yazmıştır. “Bütün sorunlarımızın altında bu yatar ve bu çaba, sorunlarla başa çıkma yöntemlerimizde de kendini belli eder. Bütün işlevlerimiz, üstün olma arzusu yolundadır” (Ansbacher & Ansbacher, 1956, s. 103). Adler’e göre neredeyse yaptığımız her şey yaşamdaki engeller üzerinde bir üstünlük kurmak ve böylece aşağılık duygularımızdan kurtulmak üzere tasarlanmıştır. Neden yüksek not almak, sporda başarılı olmak, iktidar sahibi olmak için bu kadar çok çalışırız? Çünkü bunları başarmak bizi aşağılık duygularımızdan bir adım ileriye götürür. Hatta kendimizi ne kadar alçalmış görürsek, üstünlük çabamız da o kadar artar. Örneğin Franklin Roosevelt çocuk felci geçirmiş ve sakat kalmıştı. Buna karşın belki de bu sakatlığından dolayı, 20. yüzyıl’ın en etkili kişilerinden birisi olmayı başardı. Tabii bazı durumlarda aşırı aşağılık duygusu, ters bir etki de yaratabilir. Bazı insanlar, bütün herkesten daha az kıymetli olduklarına inanır ve aşağılık kompleksi geliştirebilir. Sonuçta, kişiyi üstünlük kurmaya yöneltecek bir dürtü degil. çaresizlik duygusu ortaya çıkar. Ancak Adler başarıyı akıl sağlığıyla denk görmemiştir. Bunun yerine, uyum sağlamış insanların üstünlük mücadelelerini toplumsal çıkarlar doğrultusunda yaptıklarını belirtmiştir. Başarılı meslek sahipleri, diğer insanların da iyiliğini gözeterek hedeflerine ulaşırlarsa, bu başarıları sayesinde bir üstünlük ve kişisel doyum duygusu yaşayabilirler. Başarı tüketicilere iyi bir ürünü uygun bir fiyattan satarak herkesin hayatını biraz daha mutlu kılmaktır. Uyum sağlayamamış insanlar ise, üstünlük mücadelelerini bencillik ve uğruna her şeyi göze aldıkları kişisel zaferler ile kazanmaya çalışırlar. Kişisel kazançları ve iktidar hırsı için göreve gelmek isteyen politikacılar, uyum gösterememiş kişilerdir. Toplumda gördükleri yetersizlikleri düzeltmek için göreve gelmek isteyen politikacılar ise iyi uyum göstermiş bir üstünlük çabası sergilerler.Kişilik Gelişiminde Anne Baba Etkisi
Freud gibi Adler de yaşantımızın ilk birkaç yılının yetişkin kişiliğinin oluşumunda son derece önemli olduğuna inanmıştır. Ancak Adler bu süreçle anne babaların etkisini de vurgulamıştır.Çocuğun ileriki yıllarında kişilik sorunu yaşamasına neden olacak iki tür anne baba davranışı belirlemiştir.
Birincisi, çocuklarına çok özen gösteren ve aşırı koruma sağlayan, dolayısıyla da çocuğunu şımartma tehlikesi yaratan anne baba davranışıdır. Şımartmak, çocuğun bağımsızlığını elinden alır, aşağılık duygularını arttırabilir ve bazı kişilik sorunlarının temelini oluşturur. Örneğin, anne babalar çocuğun hızlı bisiklet sürmesini engelleyip, onları saldırgan arkadaşlarından koruyup, korku filmi izlemesini yasaklayabilir. Sonuç olarak, çocuk yaşamın getirdiği sorunların büyük bir kısmıyla başa çıkamayarak büyür. Ailesi tarafından şımartılmış insanların kendi başlarına yaşamakta, kendi kararlarını almakta ve her gün karşılaştığımız sıkıntı ve hayal kırıklıklarıyla başa çıkmakta zorlandığını görmüşsünüzdür. Çocukların kendi sorunlarını çözmelerine ve bazı kararları kendilerinin almalarına izin vermek, uzun vadede onların iyiliğine olacaktır. Anne babalar çocukların kendi tercihlerini yapmalarına izin vererek onları şımartmaktan kaçınmış olur. Ancak bunu yaparken çok aşırıya kaçmamak gerekir. Ebeveynlerin yaptığı ikinci hata da çocukları ihmal etmektir. Büyüme sürecinde anne babasından çok az ilgi gören çocuklar, soğuk ve şüpheci olur. Yetişkin olduklarında sıcak insani ilişkiler kurmakta zorlanırlar. Samimiyet onları rahatsız eder, birinin kendilerine yakın olmasından ve dokunmasından hoşlanmazlar.

AKTİF DURAĞANLIK

Yöneticiler zaman zaman yoğun çalışıyor olmalarını, aktif olmalarını, başlarını kaşıyacak kadar bile zaman bulamamalarını efektif olmakla karıştırıyorlar.
Kimi zaman en iyi becerdiğimiz şeyleri yapmak çok cazip gelir, bir yandan da bu yaptıklarımızla ödüllendirildiğimizde aslında ulaşmak istediğimiz hedef için yapmamız gereken şeylerdense yapmaya alıştığımız şeyleri yapmaya devam ederiz.
Çok güzel besteleri olan ve çok başarılı şarkı söyleyebilen genç bir birey, çok aranan, başarılı bir müzisyen olmak için beste yapmanın yanı sıra çok iyi şarkı söylemesinin, sahne performansının ve bir enstrümanı çok iyi çalmasının önemli olduğunu bilir. Ancak en iyi becerdiği şeylerle, yani şarkı söyleyerek beste yaparak takdir gördüğü ve ödüllendirildiği sürece burada takılıp kalabilir ve asıl hedefi olan yere ulaşması gecikebilir.


Etkili Karar verme becerisini derinlemesine öğrenmek istediğimizde KRİTİK DÜŞÜNME kavramını odağımızın dışında bırakamayız.
ETKİLİ KARAR VERME becerisi, Kritik Düşünme becerisinin bir alt kümesidir dememiz yanlış olmayacaktır. Bu yüzden Karar Verme Tuzakları makalesini okumadan önce aşağıdaki linki "tıklayarak" KRİTİK DÜŞÜNME ile ilgili temel kavramları irdelemenizi tavsiye ederim.Marshmallow Deneyi
KARAR VERMENİN SİNSİ TUZAKLARI
ÖZET FİKİR
John Hammond, Ralph Keeney ve Howard Raiffa iş kararlarını alma tarzımızı etkileme olasılığı özellikle yüksek sekiz psikolojik tuzağı inceliyorlar:
Çıpa tuzakları ilk edindiğimiz enformasyona olağanüstü bir ağırlık vermemize yol açıyor.
Statüko tuzağı bizi, daha iyi seçenekler olduğu halde mevcut durumu korumaya sevk ediyor.
Batık maliyet tuzağı geçmiş hataları sürdürmemize yol açıyor.
Teyit edici kanıt tuzağı mevcut eğilimi destekleyen enformasyon peşine düşüp, ona karşıt olanları hesaba katmamamıza neden oluyor.
Çerçevelendirme tuzağı, bir sorunu yanlış formüle edip, bütün karar alma sürecini berbat ettiğimizde ortaya çıkıyor.
Aşırı güven tuzağı, öngörülerimizin doğruluğunu abartmamıza neden oluyor.
Temkinlilik tuzağı bizi, belirsiz olaylar konusunda kestirimde bulunurken aşırı ihtiyatlılığa götürüyor.
Anımsama tuzağı da, en yakın zamanda gerçekleşmiş dramatik olaylara hak etmedikleri kadar ağırlık vermemize neden oluyor.
Bütün bu tuzaklardan kaçınmanın en iyi yolu farkındalıktır. Yöneticilerin, kendilerini ve örgütlerini bu türden çeşitli zihinsel hatalardan koruyabilmek için alabilecekleri bir takım basit önlemler de vardır. Yazarlar, önemli iş kararlarının sağlam ve güvenilir olmasını güvence altına almak için yapılabilecek şeyler üzerinde duruyorlar.
TANIMLAR
“Aralarında bir seçme yapma zorunluluğu olan olanaklardan birini seçme edimi ve bu edimin sonucu”, karar verme ise “karar birimlerinin belirlenmiş bir ya da daha fazla amaca ulaşmak için var olan çeşitli seçenekler arasında seçim yapmalarına yönelik davranış biçimi” olarak tanımlanır (TDK Sözlük, 2005).
Karar vermenin yönetsel anlamda en basit tanımlaması ise “alternatiflerin değerlendirildiği ve seçimin yapıldığı süreç” olarak ifade edilir (Hambrick ve Mason, 1984).

En çok güvendiğimiz duyumuz olan gözlerimiz bile bizi kolayca yanıltabiliyorsa kararlarımızla ilgili daha dikkatli olmamız gerektiği aşikardır
Aşağıdaki görselde A kutucu ile B kutucuğunun aynı renkte olduğunu görmek mümkün olmayabiliyor?
İnsan zihni bir datayı, ondan önce ve sonra gelen data parçacıklarına bakarak bir örüntü içerisinde anlamaya eğilimlidir. Aşağıdaki data örüntüsünü okur musunuz?


Zihnimiz bir problemi çözebilmek için gereken data eksik kaldığında, eksiği tamamlamak için çok kullanışlı bir hayal gücüyle donatılmıştır. Ancak zaman zaman bu hayal gücü var olmayan şeyleri de görmemize ya da gördüklerimizi yanlış yorumlamamıza sebep olabilir mi?


İyi giyimli, bakımlı insanların sözleri daha güvenilirdir!
Bir şeyi "Kız gibi" yapmak ne zamandan beri "küçümsemek" anlamına geliyor?
Kararlarımız Kendi kontrolümüzde mi?
Karar Vermenin sinsi Tuzakları (SUNUM)

Karar Vermenin sinsi Tuzakları (Makale HBR)
Makale Link
O Büyük Kararı Almanızdan Önce
Okuma Önerileri

Kritik Düşünme konusunda çok etkili bir sinema filmi
https://unutulmazfilmler.co/12-angry-men-12-kizgin-adam.html


Öğrenilmiş Çaresilik
Seligman ve Maier tarafından (1967) “öğrenilmiş çaresizlik” üzerine gerçekleştirilen deney iki aşamadan oluşmaktadır. Köpeklerle gerçekleştirilen bu deneyin ilk aşamasında, her köpek aşağıdaki üç koşuldan birisine atanmıştır.
1) Şoktan kaçılamayan koşul: Köpekler bir süre şoka maruz kalmışlardır, fakat köpeklere şoktan kaçabilmeleri için imkan verilmemiştir. 2) Şoktan kaçılabilen koşul: Bu koşulda köpeklere şok verilmiştir, fakat köpekler bir düğmeye basarak kendilerine verilen bu şoktan kaçabilmişlerdir. Ayrıca bu koşuldaki köpekler düğmeye basınca, şoktan kaçamayan köpeklerin de şoka maruz kalmasına bir son verebilmişlerdir. 3) Şokun olmadığı koşul: Bu köpekler şoka hiç maruz kalmamıştır, sadece deneyin ilk aşamasının bitmesini beklemişlerdir. Deneyin ikinci aşamasında, bütün köpeklere şok verilmiştir. Köpekler, bu şoktan yanlarındaki bariyerden atlayarak kurtulabileceklerdir. Bariyerden atladıktan sonraki bölge şokun olmadığı bölgedir. Yani, deneyin ikinci aşamasında, köpeklerin şoktan kaçınma davranışı gözlemlenmektedir. Deneyin ilk aşamasında herhangi bir şoka maruz kalmamış köpekler bariyerden atlayarak şoktan kurtulmayı öğrenmişlerdir. Ayrıca, yine deneyin ilk aşamasında “şoktan kaçılabilen koşula” atanmış olan köpekler bariyerden atlayarak şoktan kaçınmayı öğrenebilmişlerdir. Fakat, ilk aşamada “şoktan kaçılamayan koşulda” yer alan köpekler diğer köpeklerden oldukça farklı davranmışlardır. Bu köpeklerin çoğu, şoka maruz kaldıklarında büyük bir stresle koşturmaya başlamış, sonra da zemine uzanarak şoka maruz kalmaya çaresizce devam etmişlerdir. Şans eseri birkaç köpek bariyerden atlasa da, bundan sonraki denemelerde aynı çabayı göstermemişlerdir. Özet olarak denilebilir ki, daha önce “şoktan kaçılamayan koşulda” yer alan köpeklerin şoktan kaçabilme yetenekleri zarar görmüştür. Bu fenomen “öğrenilmiş çaresizlik” olarak tanımlanmaktadır. Öğrenilmiş çaresizlik, kontrol edilemeyen ve rahatsızlık verici olaylara sürekli maruz kalmanın sonucunda öğrenme yeteneğinde görülen azalma şeklinde ifade edilebilir. Seligman ve Maier'e göre (1967), öğrenilmiş çaresizlik yaşayan köpekler kaçma çabalarının işe yaramadığını düşünmektedirler ve yeni bir şokla karşılaştıklarında denemeyi bırakmaktadırlar. Öğrenilmiş çaresizlik, insanlarla ilgili bazı durumları da açıklayabilmektedir. Örneğin, Dweck ve Repucci (1973), çözülemeyen problemlerle uğraşan çocukların daha sonra çözülebilen problemleri çözmek için de çaba göstermediklerini bulmuşlardır. Öğrenilmiş çaresizlik ayrıca, depresyonun bazı yönleri ile de bağdaştırılmaktadır (Seligman, 1975). Kontrol edemedikleri kötü olaylara maruz kalan insanlar (işi kaybetme, fiziksel rahatsızlık, boşanma vb), oldukça pasif ve umutsuz olabilmektedirler. Öğrenilmiş çaresizliği yok edebilmek için araştırmacılar bir yol keşfetmişlerdir. Çaresiz hayvan, kaçma yeteneğini, kaçmaya zorlandığı tekrarlar sonucunda yeniden kazanabilecektir. Fakat, hayvanlarla gerçekleştirilen bu çalışmaların etik olarak ne derece uygun olduğu tartışmaya açık bir durumdur. Aynı şekilde depresyondaki bireyler ilk önce küçük adımlar atarak, sonra da bu adımları büyüterek çaresizliklerine bir son verebilmektedirler. Örneğin, işini kaybetmiş bir kişi, işe önce mektup yazmakla başlayacak ve daha sonra yeni bir iş aramaya geçebilecektir. (kaynak- https://evrimagaci.org/ogrenilmis-caresizlik-2509)KAYNAK MAKALE



Kendini kayırma eğilimi: Self Serving Bias Video
Videoyu izlemek için yukarıdaki görseli tıklayınız
Kendini kayırma eğilimi, kişinin bir yandan başarıyı kendisine mal ederken, diğer yandan başarısızlık için suçu dışsal etmenlere yüklemesidir. Başarılarımızı kendi yeteneklerimiz, çok çalışmamız ya da genel olarak iyi olmamız gibi içsel nedenlere yükleriz. Başarısızlıklarımız içinse kötü şans, baskıcı bir politik yapı, kötü hava şartları vb. dışsal nedenleri suçlarız.
Bu yanılgı, atfetme yanılgılarının en güçlü olanıdır ve kültürlerarası varlığı da araştırmalarla saptanmıştır (Fletcher ve Ward, 1988). Ancak, kendini kayırma eğilimi, bireyci eğilime sahip toplumlarda toplulukçu eğilime sahip toplumlarda olduğundan çok daha güçlüdür (Chandler ve ark. 1981; Kashima ve Triandis, 1986).
Günlük yaşamda birçok olayda bu yanılgıyı çoğumuz yaşarız. Aşağıdaki örneklerle bunu gözümüzün Önüne getirmeye çalışalım:
- Kumarbazların başarılarını yeteneklerine, başarısızlıklarını şansa bağlaması; öğrencilerin sınavlardan iyi not almalarını yetenek ve çabalarına bağlarken, kötü not almalarını sınavın zorluğuna veya öğretmenin kıt not vermesine bağlaması;
- İki kişinin oynadığı takımlarda eşlerden birinin kazanılan puanların kendi iyi oynadığı için alındığını, kaybedilen puanlarınsa diğer oyuncu kötü oynadığı için kaybedildiğine inanması;
- Birinin bizi niye sevmediğini açıklarken, sorunun diğer kişide olduğunu söyler ve sorumluluğu üstümüze almazken, birinin bizi niye sevdiğini açıklarken de kendi iyi kişilik özelliklerimizi sebep olarak göstermemiz gibi.
İnsanlar neden böyle bir yanılgıya düşüyorlar?
Neden iyi olayları içsel nedenlerle açıklarken, kötü olayları dışsal nedenlere bağlıyoruz?
Bu soruya verilen cevaplardan biri güdüsel bir açıklamadır.
Bu açıklamaya göre, insanlar bu tür yanılgılara düşerek benlik kavramlarını ve özgüvenlerini korumaya güdülenmişlerdir.

Profen Türkiye işbirliğiyle hazırlanmış Liderliğin Esasları Profesyonel Gelişim Programı, varlığını iş dünyasında sürdüren her profesyonelin yaşam kalitesine katkıda bulunacak şekilde kurgulandı.

4 Gün süren program katılımcıların öz farkındalığını destekleyen kavramlara odaklanarak başlayıp, organizasyonun en tepesine çıktığımızda ihtiyacımız olacak yetkinliklerle odaklanarak bitiyor.

Selim Geçit