Geri Bildirimler Neden Başarısız Olur? Bu Konuda Ne Yapabiliriz? (v 2.0)

Fikrin Özeti

geri bildirim 1

Hayata gelişme, güçlenme, “ayrıcalıklı olma” içgüdüsüyle geliriz. (Adler’in Kişilik Teorisi *1) Gelişmek için geri bildirime ihtiyacımız olduğunun da farkındayızdır. Ama empati kullanılmadan, özensizce kurgulanmış geri bildirim süreçleri, çocukluğumuzda yaşadığımız olumsuz terbiye edilme tecrübelerini çağrıştırınca kendimizi geri bildirime kapatırız.

Bu durum motivasyonu düşürüp performansıda olumsuz etkiler.

Problem

Geri bildirim olgusu hayatımıza, anne babalarımızın sosyal kabul ve saygınlık kaygılarıyla şekillenmiş ve aslında USLU, TERBİYELİ ÇOCUK yetiştirmek amaçlarına hizmet eden bir araç olarak 2 yaşlarından itibaren ve genellikle de YARGILAYICI bir üslupla girer.

20 li yaşlara geldiğimizde bu geri bildirim (ve “çocuk” terbiye etme) kurgusunun bizleri pasif, edilgen “takipçiler” yaptığını ve aslında bizden çok ebeveynlerimizin kendi ihtiyaçlarına hizmet ettiğini fark ederiz.

geri bildirim 2

Öz saygımızı tehdit eden bu bağlantı çokta farkında olmadan geri bildirim ve otoriteye karşı sergilediğimiz savunma mekanizmalarını günlük düşünme algoritmamızın parçası haline getirmeye başlayabilir (Problem *2)

SONUÇ

Profesyonel yaşamda karşımıza çıkan kötü kurgulanmış özensiz geri bildirimler

1) “Geri bildirim benim iyiliğim için değil” hissini tetikleyebilir

İş yerinde verilen geri bildirimi, YÖNETİCİMİZİN BİZİ GELİŞTİRMEK İÇİN DEĞİL KENDİ HEDEFLERİNE ULAŞMAK İÇİN yürüttüğü bencil bir süreç olarak algılayıp savunmaya geçebiliriz

2) “Beni çocuk yerine koyuyor” hissini tetikleyebilir

Kendimizi ispatlamak, ayrıcalık ve sosyal saygınlığa duyduğumuz ihtiyacı tatmin etmek için gösterdiğimiz çabanın hiçe sayıldığını, çocuk yerine konduğumuzu düşünebilir savunmaya geçebiliriz.(Sonuç *3)


 

*1 – Adler’in Kişilik Teorisi

Alfred Adler’e göre hayata gelişme, güçlenme, “ayrıcalıklı olma” içgüdüsüyle geliriz.

Gelişme , güçlenme güdümüz ve çocuk olarak etrafımıza olan merakımız, keşifler yapmamıza, yeni şeyler denememize sebep olur.

Anne babaların sahip olduğu ayrıcalıklara sahip olmak ister, onları taklit eder, benliğimizi, kendimizi onlara ispatlamak ve “onları geçmek” için yaptıklarımızla şekillendiririz.

Bu çok aktif, “dünyayı keşif” dönemimizde anne babalar (otorite) bizlere sosyal kabul gören davranışlar sergilememiz, taşkınlık olarak algılanacak davranışlar sergilememiz için sürekli geri bildirim vererek rehberlik ederler. Bu geri bildirim kurgusunun önemi bir bölümü özensiz ve örseleyici olabilir.

Devam

 


Hayata gelişme, güçlenme, “ayrıcalıklı olma” içgüdüsüyle geliriz.


Bütün insanlar küçük, hassas ve yetersiz bir bedende dünyaya gelir, bu yüzden bu aşağılık kompleksini oluşturan durumdan kurtulmak için mücadele ederler. Sürekli hedeflerine ulaşmak için mücadeleyle belirginleşen üstünlük kompleksi, bireyi güven hissinin devamlılık kazanması için yeni hedefler aramaya iten güçtür.

Alfred Adler

Alfred Adler
1870-1937

Alfred Adler’e göre bütün insanlar küçük, hassas ve yetersiz bir bedende dünyaya gelir, bu yüzden bu aşağılık kompleksini oluşturan durumdan kurtulmak için mücadele ederler.

Taklit etme isteğiyle yetişkinlere benzeme şansım yakalayan çocuk, sağlıklı ve dengeli bir kişiliğe güven duygusu kazanarak ulaşır.

Adler, sürekli hedeflerine ulaşmak için mücadeleyle belirginleşen üstünlük kompleksini güven hissinin devamlılık kazanması için yeni hedefler aramaya iten güç olarak tanımlamıştır. Üstünlük çabası içerisinde olan insanları ise, başkalarını çok düşünmeyen, sadece kendi menfaatlerine yoğunlaşan ve bu yüzden psikolojik olarak sağlıksızlaşan kişiler olarak betimler.

Adler’e göre, başarı çabası içinde olanlar bunu kendi kimliklerini kaybetmeden, tüm insanlık için yaparlar ve bu yüzden psikolojileri sağlıklıdır.

Detay için


  Alfred Adler – Üstünlük Çabası

Kişilik – Jerry M .Burger – Sf 151-155

Üstünlük Çabası

Adler hepimizin yaşama bir aşağılık duygusuyla başladığımızı Söyler.

Güçsüz ve çaresiz bir çocuğun yaşamını sürdürebilmek için daha büyük ve güçlü yetişkinlere bağımlı olması, bunun ilk örneğidir.

Adler‘e göre bu algı, yaşam boyu aşağılık duygularımızla başa çıkmak için göstereceğimiz çabanın başlangıcıdır. Adler bunu üstünlük çabası olarak adlandırır. Freud güdülenmeyi cinsellik ve saldırganlık temalarıyla açıklarken, Adler üstünlük çabasının yaşamdaki güdüleyici güç olduğunu öne sürer. Ona göre, bütün diğer güdüler bu tek oluşum altında ele alınabilir.

Alfred Adler 1970-1937

“Üstünlük çabasını, bütün psikolojik olgularda açıkça görmeye başladım” diye yazmıştır. “Bütün sorunlarımızın altında bu yatar ve bu çaba, sorunlarla başa çıkma yöntemlerimizde de kendini belli eder. Bütün işlevlerimiz, üstün olma arzusu yolundadır” (Ansbacher & Ansbacher, 1956, s. 103). Adler’e göre neredeyse yaptığımız her şey yaşamdaki engeller üzerinde bir üstünlük kurmak ve böylece aşağılık duygularımızdan kurtulmak üzere tasarlanmıştır. Neden yüksek not almak, sporda başarılı olmak, iktidar sahibi olmak için bu kadar çok çalışırız? Çünkü bunları başarmak bizi aşağılık duygularımızdan bir adım ileriye götürür. Hatta kendimizi ne kadar alçalmış görürsek, üstünlük çabamız da o kadar artar. Örneğin Franklin Roosevelt çocuk felci geçirmiş ve sakat kalmıştı. Buna karşın belki de bu sakatlığından dolayı, 20. yüzyıl’ın en etkili kişilerinden birisi olmayı başardı. Tabii bazı durumlarda aşırı aşağılık duygusu, ters bir etki de yaratabilir. Bazı insanlar, bütün herkesten daha az kıymetli olduklarına inanır ve aşağılık kompleksi geliştirebilir. Sonuçta, kişiyi üstünlük kurmaya yöneltecek bir dürtü degil. çaresizlik duygusu ortaya çıkar. Ancak Adler başarıyı akıl sağlığıyla denk görmemiştir. Bunun yerine, uyum sağlamış insanların üstünlük mücadelelerini toplumsal çıkarlar doğrultusunda yaptıklarını belirtmiştir. Başarılı meslek sahipleri, diğer insanların da iyiliğini gözeterek hedeflerine ulaşırlarsa, bu başarıları sayesinde bir üstünlük ve kişisel doyum duygusu yaşayabilirler. Başarı tüketicilere iyi bir ürünü uygun bir fiyattan satarak herkesin hayatını biraz daha mutlu kılmaktır. Uyum sağlayamamış insanlar ise, üstünlük mücadelelerini bencillik ve uğruna her şeyi göze aldıkları kişisel zaferler ile kazanmaya çalışırlar. Kişisel kazançları ve iktidar hırsı için göreve gelmek isteyen politikacılar, uyum gösterememiş kişilerdir. Toplumda gördükleri yetersizlikleri düzeltmek için göreve gelmek isteyen politikacılar ise iyi uyum göstermiş bir üstünlük çabası sergilerler.

Kişilik Gelişiminde Anne Baba Etkisi

Freud gibi Adler de yaşantımızın ilk birkaç yılının yetişkin kişiliğinin oluşumunda son derece önemli olduğuna inanmıştır. Ancak Adler bu süreçle anne babaların etkisini de vurgulamıştır.

Çocuğun ileriki yıllarında kişilik sorunu yaşamasına neden olacak iki tür anne baba davranışı belirlemiştir.

Birincisi, çocuklarına çok özen gösteren ve aşırı koruma sağlayan, dolayısıyla da çocuğunu şımartma tehlikesi yaratan anne baba davranışıdır. Şımartmak, çocuğun bağımsızlığını elinden alır, aşağılık duygularını arttırabilir ve bazı kişilik sorunlarının temelini oluşturur. Örneğin, anne babalar çocuğun hızlı bisiklet sürmesini engelleyip, onları saldırgan arkadaşlarından koruyup, korku filmi izlemesini yasaklayabilir. Sonuç olarak, çocuk yaşamın getirdiği sorunların büyük bir kısmıyla başa çıkamayarak büyür. Ailesi tarafından şımartılmış insanların kendi başlarına yaşamakta, kendi kararlarını almakta ve her gün karşılaştığımız sıkıntı ve hayal kırıklıklarıyla başa çıkmakta zorlandığını görmüşsünüzdür. Çocukların kendi sorunlarını çözmelerine ve bazı kararları kendilerinin almalarına izin vermek, uzun vadede onların iyiliğine olacaktır.  Anne babalar çocukların kendi tercihlerini yapmalarına izin vererek onları şımartmaktan kaçınmış olur. Ancak bunu yaparken çok aşırıya kaçmamak gerekir. Ebeveynlerin yaptığı ikinci hata da çocukları ihmal etmektir. Büyüme sürecinde anne babasından çok az ilgi gören çocuklar, soğuk ve şüpheci olur. Yetişkin olduklarında sıcak insani ilişkiler kurmakta zorlanırlar. Samimiyet onları rahatsız eder, birinin kendilerine yakın olmasından ve dokunmasından hoşlanmazlar.


*2 – Problem

OTORİTE kavramı ve ileride karşılaşınca direnç gösterebileceğimiz özensiz geri bildirim kalıplarıyla ilgili ilk algımız çocukluk dönemimizde oluşur.

Otoritenin bizleri “uslu”, “terbiyeli” çocuklar olarak büyütmek için (özünde iyi niyetle) kurguladıkları bu geri bildirimler bizim ihtiyaçlarımızdan daha çok ane babanın (otoritenin) kendi “saygınlık”, “sosyal kabul”, “ideal ebeveyn olma” ihtiyaçlarını karşılamaya hizmet edebilir.

Öz saygımızı tehdit eden bu bağlantı çokta farkında olmadan geri bildirim ve otoriteye karşı sergilediğimiz savunma mekanizmalarını günlük düşünme algoritmamızın parçası haline getirmeye başlayabilir

Devam

“GERİ BİLDİRİM” VE “OTORİTEYLE” İLGİLİ TUTUMUMUZUN KÖKLERİ

“Geri Bildirim” ve OTORİTE olgularıyla bebeklikten çıkıp “Çocuk” sayılmaya başladığımız zaman tanışırız.

Dünyaya son derece meraklı doğmuş bebek, hayatı keşfetmek için durmadan yeni şeyler deneyecektir.

bkzPaget’in Gelişim Evreleri Modeli

Atkinson & Hilgard Psikolojiye Giriş – (Sf 74-79)

Arkadaş Yayınları – Çeviri Öznur Öncül, Deniz Ferhatoğlu

ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE BİLİŞSEL GELİŞİM

Çocuklarının fiziksel gelişimine eşlik eden zihinsel değişimin farkında olmalarına rağmen çoğu ebeveyn bu değişimin doğasını tarif etmekte zorlanır.   Çağdaş psikologlar bu değişimleri isviçreli psikolog Jean Piaget’nin (1896-1980) yoğun etkisiyle tanımlarlar. Piaget’den önce çocukların bilişsel gelişimiyle ilgili psikolojik düşüncede iki bakış açısı hâkimdi:  
  • Gelişimin “doğa” unsurunu vurgulayan biyolojik gelişim ve
  • Gelişimin “çevre” unsurunu vurgulayan çevresel öğrenme yaklaşımı.
Piaget ise çocuğun doğal olgunlaşma yetenekleri ile çevreyle etkileşimi arasındaki etkileşime odaklanmıştır. Bu bölümde, Piaget’nin gelişimin evre teorisini ana hatlarıyla çizeceğiz ve bu teorinin eleştirisine ve bazı yeni yaklaşımlara başvuracağız.

Piaget’nin Evre Teorisi

Piaget, kısmen kendi çocuklarını gözlemlemesi sonucu, çocuğun doğal olgunlaşma yetenekleri ve çevreyle etkileşimi arasındaki ilişkiyle ilgilenmeye başladı.     Çocuğu, biyolojik gelişimin veya dışsal uyaranların edilgen bir alıcısından ziyade, sürecin faal bir katımcısı olarak gördü. Piaget çocuğu, dünyayı anlamak için deneyler yapan bir “bilim adamı” gibi görmek gerektiğine inanıyordu (“Oyuncak ayının kulağını emmek acaba nasıl bir duygu?” “Tabağımı masanın kenarından aşağı itersem ne olur?”). Çocukların dünyayla ilgili şeyleri nesneler veya kavramlarla ilgili “deneyler” yaparak öğrendiğini savunmuştur. Bu “deneylerin” sonuçları, çocuğu şemalar oluşturmaya yöneltir. Şemalar, fiziksel ve sosyal dünyanın nasıl işlediği ile ilgili teorilerdir. Çocuk, değişik bir nesne veya olayla karşı karşıya kaldığında onu özümsemeye (assimilate), önceden var olan şemalara göre anlamaya çalışır. Piaget, eğer yeni deneyim var olan şemalara uymazsa -iyi bir bilim adamı gibi- çocuğun uyum sağlamaya (accommodation), yani yeni bilgiye uyacak bir şema oluşturmaya çalışacağını, böylece çocuğun dünyaya ilişkin kendi kuramını geliştirdiğini savunmuştur (Piaget ve Inhelder, 1969). Örneğin, bir erkek çocuğun itfaiyeci ile ilgili şeması büyük, iri bir üniforma giyen yetişkin bir erkek şeklindeyse, ancak itfaiyeci üniforması içinde bir kadın resmi görürse ilk önce kadınların itfaiyeci olabileceğine inanmayı reddedebilir. Resimdeki kadının kostüm giydiğini savunabilir. Kadın itfaiyecilerle ilgili diğer kanıtlardan sonra çocuk, kadınların da itfaiyeci olabileceğini kabul ederek itfaiyecilere yönelik şemasında uyum sağlamaya gidebilir.
Piaget’nin psikolojide doktora öğrencisi olarak ilk işi, zekâ (IQ) testlerini icat eden Alfred Binet için zekâ testleri hazırlamaktır. Bu işle birlikte, çocukların yaptıkları hataları neden yaptıklarını merak etmeye başlar. Çocukların düşünme şeklini yetişkinlerden ayıran neydi? Kendi çocuklarını oynarken yakından gözlemledi, onları basit bilimsel ve ahlaki problemle karşı karşıya bıraktı ve cevaplarına nasıl ulaştıklarını açıklamalarını istedi. Piaget’nin gözlemleri onu çocukların düşünme ve mantık yürütme süreçlerinin niteliksel olarak farklı bir dizi evre doğrultusunda ilerlediğine inandırdı. Bilişsel gelişimi, her birinin birkaç alt evresi olan, dört ana evreye ayırdı.

Ana evreler;

  • Duyusal motor evre – sensorimotor evre
  • İşlem öncesi evre,
  • Somut işlemsel evre
  • ve Formel işlemsel evredir (bkz. Kavram Tekrarı Tablosu).
 

DUYUSAL MOTOR EVRE

Piaget yaşamın ilk iki yılını duyusal motor evre olarak adlandırmıştır. Bu dönemde çocuklar eylemleri ve bu eylemlerinin sonuçları arasındaki ilişkiyi keşfetmekle meşguldürler. Örneğin, bir nesneyi yakalamak için ne kadar uzanmak zorunda olduklarını ve tabaklarını masanın kenarına ittiklerinde ne olduğunu keşfederler. Bu yolla bebekler dış dünyadan ayrı bir varlık oldukları anlayışını geliştirmeye başlarlar. Bu evredeki önemli bir keşif nesne kalıcılığı (object permanence) kavramıdır. Nesne kalıcılığı, bir nesnenin duyularla algılanmadığı zaman bile var olmaya devam ettiğine ilişkin farkındalıktır.  Eğer 8 aylık bir bebeğin uzanmaya çalıştığı bir oyuncağın üzerine bir örtü örtülürse çocuk hemen uzanmayı bırakır ve oyuncağa yönelik ilgisinin kaybolduğu görülür. Çocuk ne şaşkın ne de üzgün görünür, oyuncağı aramak için hiçbir çaba sarf etmez ve oyuncak artık yokmuş gibi davranır. Aksine 10 aylık bir bebek, bir örtünün altına veya bir bölmenin arkasına saklanan bir nesneyi araştırmaya faal olarak devam edecektir. Büyük bebek nesne kalıcılığı kavramını kazanmıştır. Göz önünde olmasa bile nesnenin var olduğunun farkındadır. Ancak bu evrede bile araştırma sınırlıdır. Belli bir yere saklanan bir oyuncağın geri gediğini tekrar tekrar gören çocuk, yetişkinin oyuncağı yeni bir yere gizlediğini izlese de onu bir önceki noktada aramaya devam edecektir. Daha önceki denemelerde ne olduğuna bakmaksızın, çocuk 1 yaşına gelene kadar tutarlı bir biçimde nesneyi en son görüldüğü yerde aramaz.

İŞLEM ÖNCESİ EVRE

Yaklaşık 1,5-2 yaş arası çocuklar sembolleri kullanmaya başlar. Kelimeler, nesneleri veya bir grup nesneyi temsil etmektedir ve bir nesne diğerini tasvir edebilir. 3 yaşındaki bir çocuk bir sopaya atmış gibi davranabilir ve odanın içinde ona binebilir, bir tahta parçası bir arabaya dönüşebilir ve bir oyuncak bebek bir baba ve diğeri bir bebek olabilir. Ancak 3 ve 4 yaşlarındakilerin, sembolik terimlerle düşünebilmelerine rağmen, kelimeleri ve hayalleri mantıksal bir biçimde organize olmamıştır. Çocuk, bilişsel gelişimin işlem öncesi evre boyunca belli kuralları ya da işlemleri henüz kavrayamaz. Bir işlem, bilgiyi mantıksal bir biçimde ayırmak, birleştirmek ve başka bir şekle dönüştürmek için uygulanan zihinsel bir programdır.  Örneğin bir yetişkin, su, uzun ve dar bir bardaktan kısa, geniş bir tanesine boşaltıldığında su miktarının değişmediğini bilir. Çünkü yetişkinler zihinlerinde değişimi tersine çevirebilir. Suyun kısa bardaktan uzun bardağa akıtılmasını hayal edebilir, böylece asıl durumuna geri ulaşabilirler. Çocuk, bilişsel gelişimin işlem öncesi evresinde ters çevrilebilirliği kavrayamaz ya da bu kavrayışı zayıftır. Sonuç olarak Piaget’ye göre işlem öncesi çocuk korunum kavramını, yani bir maddenin miktarının şekli değiştiğinde dahi aynı kaldığı anlayışını daha kazanmamıştır. Uzun bardaktan kısa olana boşaltıldığında suyun miktarının korunduğunu -aynı kaldığını- anlayamaz. Piaget, işlem öncesi düşünmeye görsel izlenimlerin hâkim olduğuna inanıyordu. Çamurun görsel görünümdeki bir değişikliğin, çocuğu, kütle veya ağırlık gibi daha gerekli özelliklerden daha fazla etkilediği çok kesin değildir.  
Görsel izlenimlere olan bu güven, sayıların korunumu ile ilgili bir deneyde örneklenmiştir. Eğer iki sıra dama taşı karşılıklı olarak bire bir eşleştirilirlerse küçük çocuklar doğru olarak taşların aynı sayıda olduklarını söyleyeceklerdir.
Eğer bir sıradaki taşlar bir küme oluşturacak şekilde birbirlerine yaklaştırılırsa hiç taş çıkarılmamasına rağmen 5 yaşındakiler düz sırada daha fazla taş olduğunu söyler. Uzun bir sıradaki taşların görsel izlenimi, taşlar eşleşmiş diziler halinde göründüğünde kesin olan sayısal eşitliğine üstün gelmektedir. Tersine, 7 yaşındakiler eğer önceden nesnelerin sayısı eşitse eşit kalmaları, gerektiğini varsaymaktadırlar.
Bu yaşta sayısal eşitlik görsel izlenimlerden daha önemli hâle gelir. Piaget’e göre işlem öncesi çocukların önemli bir .başka özelliği de benmerkezciliktir (egocentrism). İşlem öncesi çocuklar kendileri dışındaki bakış açılarının farkında değildirler, herkesin çevreyi kendilerinin algıladığı yolla algıladığına inanırlar.
Bir çocuğun farklı yüksekliklerde yerleştirilmiş üç dağ maketinin bulunduğu masanın çevresinde dolaşmasına izin verilir. Sonra çocuk masanın bir tarafına oturur. Masanın farklı yerlerine oyuncaklar yerleştirilir (oyuncakların dağı görüş açıları çocuğunkinden farklıdır). Çocuktan oyuncağın gördüğü manzarayı gösteren fotoğrafı seçmesi istenir. 7 yaştan önce, çoğu çocuk üç dağı kendi bakış açılarından gösteren fotoğrafı seçerler (Piaget ve Inhelder,1948,1956).
Piaget benmerkezciliğin işlem öncesi düşüncelerin keskinliğini açıkladığına inanıyordu. Çünkü küçük çocuklar kendilerininkinden başka bakış açılarını anlayamazlar, şemalarını çevredeki değişiklikleri hesaba katarak yenileyemezler.
Bu durum, işlemleri tersine döndürememelerinin veya miktarı koruyamamalarının nedenidir.

Somut işlemsel ve soyut işlemsel evreler

7 ve 12 yaş arasındaki çocuklar çeşitli korunum kavramları konusunda uzmanlaşır ve başka mantıksal işlemler yapmaya başlarlar. Nesneleri boy veya ağırlık gibi, bir boyuta bağlı olarak yerleştirebilirler. Aynı zamanda bir dizi faaliyetin zihinsel bir tasvirini oluşturabilirler. Beş yaşındakiler bir arkadaşlarının evine giden yolu bulabilir, ancak sizi oraya yönlendiremezler veya kağıt ve kalemle rotasını çizemezler. Kendi yollarını bulabilirler; çünkü belli yerlerde dönmeleri gerektiğini bilirler, ancak gidiş yolunun tam bir resmine sahip değildirler. Aksine 8 yaşındakiler rotanın tam bir planım kolaylıkla çizebilirler. Piaget bu dönemi somut işlemsel evre olarak adlandırır: Çocuklar soyut terimleri kullanmalarına rağmen bunu sadece doğrudan duyusal erişimlerinin olduğu somut nesneler hakkında yaparlar.
Yaklaşık 11 ya da 12 yaşlarında çocuklar yetişkin düşünme tarzına ulaşırlar. Formel işlemsel evrede çocuklar bütünüyle sembolik terimlerle mantık yürütebilirler. Formel işlemsel düşünme için yapılan bir testte, çocuk bir sarkacın ileriye ve geriye doğru ne kadar sallanacağını (salınım periyodunu) neyin belirlediğini keşfetmeye çalışır. Verilen bir çengelden ip sarkıtılır ve aşağısına değişik ağırlıklar tutturulabilir, çocuk ipin uzunluğunu ve tutturulan ağırlıkları ve sarkacın bırakıldığı yüksekliği değiştirebilir. Hâlâ soyut işlemsel evrede bulunan çocuklar, bazı değişkenlerde değişiklikler yaparak denemelerde bulunurlar, ancak bunu sistematik bir yolla yapmazlar. Ortalama ergenler ise bir dizi hipotez kurup sistematik bir şekilde onları test eder.   Eğer belli bir değişken (ağırlık) salınım periyodunu etkilerse bu etkinin sadece bir değişkeni değiştirdiğinde ve diğerlerinin hepsini sabit tuttuğunda görüneceğini düşünürler. Eğer bu değişkenin sarkacın salınım süresine hiçbir etkisinin olmadığı görülürse bunu yok sayıp başkasını denerler. Bütün olasılıkları göz önünde bulundurmak —her bir hipotez için sonuçlara karar vermek ve bu sonuçları doğrulamak veya reddetmek— formel işlemsel düşüncenin özüdür.

PlAGET’NİN TEORİSİNE BiR ELEŞTİRİ

Piaget’nin teorisi, çocukların bilişsel gelişimleri hakkındaki düşünme tarzımızı kökten değiştiren büyük bir kazanımdır. Bununla birlikte, bebeklerin ve okul öncesi çocukların zihinsel işlevlerini sınayan yeni, daha bilimsel metotlar Piaget’nin çocukların kabiliyetlerini küçümsediğini ortaya koymuştur. Evre teorilerini sınamak için tasarlanmış pek çok görev aslında dikkat, hafıza ve belli konularda bilgiler gibi çeşidi becerileri içermektedir. Çocukların test edilme yetenekleri olabilir, ancak istenen diğer yeteneklerin birinden yoksun olmaları nedeniyle görevi gerçekleştiremeyebilirler.
Nesne kalıcılığı (object permanence) örneğini ele alalım. Önceden gördüğümüz gibi, 8 aydan daha küçük bebeklere bir oyuncak gösterilip saklandığında, ya da onlar izlerken oyuncak örtüldüğünde, bebekler sanki artık oyuncak yokmuş gibi davranır ve onu aramaya çalışmazlar. Bununla birlikte, bu testteki başarılı performans, çocukların sadece nesnenin hâlâ var olduğunu anlamalarını gerektirmez, aynı zamanda nesnenin nerede saklandığını hatırlamalarını ve bazı fiziksel davranışlarla onu aradıklarını göstermelerini gerektirir. Çünkü Piaget, erken bilişsel gelişimin sensorimotor faaliyetlere dayandığına inandı. Bebeğin nesnenin hâlâ var olduğunu bilebileceği, ancak bu bilgiyi araştırma davranışıyla gösteremeyeceği olasılığını düşünmedi.

Geri bildirim olgusu hayatımıza, anne babalarımızın sosyal kabul ve saygınlık kaygılarıyla şekillenmiş ve aslında USLU, TERBİYELİ ÇOCUK yetiştirmek amaçlarına hizmet eden bir araç olarak 2 yaşlarından itibaren ve genellikle de YARGILAYICI bir üslupla girer.

20 li yaşlara geldiğimizde bu geri bildirim (ve “çocuk” terbiye etme) kurgusunun bizleri pasif, edilgen “takipçiler” yaptığını ve aslında bizden çok ebeveynlerimizin kendi ihtiyaçlarına hizmet ettiğini fark ederiz.

Öz saygımızı tehdit eden bu bağlantı çokta farkında olmadan geri bildirim ve otoriteye karşı sergilediğimiz savunma mekanizmalarını günlük düşünme algoritmamızın parçası haline getirmeye başlayabilir (Problem*)

O yaşlardayken yaptıklarımızla ilgili ilk olumlu geri bildirimleri, gözümüzün içine bakıp gülümseyip, başlarını “onaylayıcı” şekilde sallayarak verir anne babamız. (aferin benim kızıma nasılda uslu uslu resim yapıyor)

Ya da kaşlarını çatıp, kızgın bir tonla hafifçe azarlayarak olumsuz geri bildirim verirler. Genellikle yaş ilerledikçe olumsuz geri bildirim artar, olumlu geri bildirim azalır. (“koşma dedim sana. Düşeceksin şimdi”)

Teoride; aldığımız geri bildirimler “yanlış” seçimlerimizi azaltacak, doğru ve faydalı seçimler yapabilecek muhakeme yeteneğimizi güçlendirecektir .

Otoritenin İşini Kolaylaştıran Onaylanma İhtiyacımızın Kökenleri

Çocukluğumuzda aldığımız bu tür geri bildirimler özellikle iki sonuç yaratır

  • Anne babanın uygun gördüğü gibi davranmayı öğrenmek/koşullanmak
  • Onaylanma ihtiyacı ortaya çıkarmak

Onaylanmak güzeldir, anne babamızın gülümsemesi içimizi ısıtır. Ancak onaylanma ihtiyacımız ileride bir otoritenin onayı olmadan karar vermemizi güçleştirir.

Zaman içerisinde anne babanın onayladıkları şeyleri daha çok yapıp, onaylanmadıkları şeyleri yapmaktan kaçınarak bu güzel sıcaklığı ve güven hissini sürdürmeyi hızlıca öğrenir USLU çocuklar oluruz.

İster otorite olalım ister takipçi, çok küçük yaşlardan itibaren “disiplin sağlamak” için geri bildirim ve onaylanmayı doğru ve etkin araçlar olarak kabul etmeye başlarız.

Artık otorite pozisyonlarını dolduran ve dolduracak birçok birey için geri bildirim bir TERBİYE ETME VE YOLA GETİRME aracı olmuştur


“İyi ebeveynliğin” en belirgin ve en kolay kabul gören göstergesi de büyütülen çocuğun toplumun sosyal kodlarına ne kadar uyumlu olduğuyla, “güzelce söz dinlemesiyle”, terbiyeli tavırlarıyla,  yani ne kadar USLU olduğuyla yakından ilgilidir.

Anne babalar “sosyal saygınlık” için önemli STATÜ olan ideal ebeveyn olduklarını göstermek ve çocuklarını “yola getirmek” için sık sık

  • “koşma”
  • “ellerini vitrinlere sürme”
  • “büyükler varken küçükler konuşmaz”
  • “terbiyesizlik etme”
  • “uslu ol”

Benzeri direktifler verirler çocuklarına

Çocuğun yaptıklarıyla ilgili aldığı bu geri bildirimlerdir aslında anne babanın (ebeveynin) öncelikle kendi saygınlık ihtiyacını karşılamak için çocuğu “yola getirmek” maksadıyla kurgulanmıştır. Anne baba çoğunlukla bu durumun farkında bile değildir. Çünkü o da bu şekilde AKILLANMIŞ, bu şekilde doğruları öğrenmiştir.

Başka bir gerçeğin olmadığı çocuk dünyamızda, anne babalarımızın bizle kurdukları iletişim hayatı anlamak için tek kaynağımız, tek doğrumuzdur.

Sonra bir gün gelir ve bu yorumların ne  denli örseleyici olduğunu fark ederiz. Artık farkında olmadan GERİ BİLDİRİM kavramına şüpheyle bakmaya başlamışızdır bile.

*3 – Sonuç

İdeal Ebeveynler Uslu, Disiplinli Çocuklar Yetiştirirler, İdeal Yöneticilerde Disiplinli Uslu Çalışanlar.

Gelişme arzumuz hiç bitmez. Ancak yıllara yayılan bu bilinçaltı öğrenme sonucunda otorite ve otoritenin bizi yola getirme aracı olarak gözlenmiş GERİ BİLDİRİME karşı sebebini tam da bilemediğimiz bir direnç oluşur.

Devam

Gün gelir iş dünyasına gireriz. Yöneticilerimizden almaya başladığımız geri bildirimler anne babamızdan aldığımız geribildirimleri çağrıştırmaya başladığı anda kendimizi çocuk yerine konuyormuş gibi hissedebilir öfkeleniriz.

Yönetici olma çabalarımızın, kendimizi ispatlama, yükselme uğraşımızın hiçe sayıldığını düşünüp, fark etmeden çocuk yerine konduğumuz hissine kapılabiliriz.

Sonuç olarak iyi niyetli olsalar bile, yöneticilerimizin özensizce aktardıkları geri bildirimlerin içindeki en isabetli mesajlara bile kulak tıkayabiliriz.

GERİ BİLDİRİM İLE İLGİLİ OLUMSUZ TUTUMUMUZ YERLEŞMİŞTİR ARTIK

Geri bildirimi en iyi şekilde vermenin de almanında evrensel olarak kabul gören temel prensiplerini eğitimlerde irdeliyoruz, bu yazıda söz konusu  kavramların kaynak dökümanlarını aşağıda paylaşıyorum.


Transaksiyonel Analiz Kuramı (TA)

 Transaksiyonel Analiz kuramı (TA)

Ebeveyn Ego Durumu:

Ebeveyn ego durumu ailemizden veya bize bakım verenlerden öğrendiğimiz bir dizi düşünce, duygu ve davranıştır. Kendi içinde ikiye ayrılır:

  1. Eleştiren Ebeveyn: Ailemizden öğrendiğimiz kalıpyargılar, değerler, düşünceler ve inançlardan oluşur.
  2. Koruyucu/Kollayıcı Ebeveyn: Bakım veren, şefkatli, sevgi dolu, izin verici, destekleyici, güven ve cesaret verici ego durumudur.

Yetişkin Ego Durumu:

Burada ve şimdiye tepki olarak verilen düşünce ve davranış örüntüleridir. Olayları objektif bir şekilde görür ve problemleri gerçeklere dayanarak, rasyonel bir şekilde çözümler.

Çocuk Ego Durumu:

Hayatın ilk dönemlerinde yani çocuklukta gelişen nöral ağların davranışsal dışavurumu olarak kavramsallaştırılan ego durumudur. Çocuklukta deneyimlenip ortaya konan duygular, düşünceler, tepki biçimleri, hisler tekrarlanır. Emosyonel (duygusal) ve özgeci tepki ağırlıklı davranışlarda etkili olması sebebiyle durumlara akılcı ve objektif yaklaşmayı zorlaştırabilir. Çocuk ego durumu ikiye ayrılır: Doğal çocuk ve Uyumlu çocuk.


(Kaynak: http://ta.org.tr/transaksiyonel-analiz-nedir/) -Fatma Torun Reid TA, Temel kavramları arasında “hayat pozisyonunu” kendimize, başkalarına ve yaşama karşı aldığımız tavır olarak belirler. Eğer bu pozisyon kendimize ve dünyaya olumlu bakışı içerirse, bir başka deyişle: ”Ben de iyiyim, yapabilirim, başarabilirim, diğerleri de, genel anlamda, iyidir, yapabilir ve başarabilirler” pozisyonu, hem kendimizle barışık olur hem de başkaları ile işbirliğine girebiliriz. Bu da ruh sağlığımız kadar verimliliğimizi ve üretkenliği arttırır. Dünyaya veya başkalarına olumlu baksa da kendini azımsayan kişi, edilgen ve mutsuz olur.


Kendine güvenen ama başkalarının potansiyelini azımsayan kişi ise ya kimseye güvenmediği için herşeyi kendi yüklenir, yorgun düşer, ya da güvensizliğinden dostca ilişkiler geliştiremez. Kendisini beğenmeyen ve sevmeyen, aynı zamanda diğer insanlara ve yaşama olumsuz bakan kişi ise kendini çıkmazda görür, bu pozisyondan çıkamazsa ruh sağlığını da yaşamını da yitirebilir. Transaksiyonel Analizin diğer bir alt kuramı ise canlılar arası “temas iletisi” veya “okşanma” ihtiyacıdır. Temel ihtiyaçlarımız arasında, fark edilmek, kabul görmek, sevilmek ve beğeni vardır. Çocuk eğitiminde anne babalar bunu yakından bilirler. Yeterince ilgi almayan veya ilgiyi paylaşmakta zorlanan çocuğa, yaramazlık yaparak ilgi çekmek istediğinde anne veya babasının, “bak şimdi seni okşamaya geliyorum” şeklindeki uyarısı çocuk için çarpık da olsa bir ilgi, bir “okşamadır.” Çünkü olumsuz bir ilgi bile ilgisizlikten daha çok doyurucudur. En son araştırmalar iş yerinde motivasyonu etkileyen en önemli faktörün maaşlara yapılan zam değil, patronların çalışana gösterdiği ilgi ve “hatır sorma” olduğunu gösteriyor. Okullarda, öğrencinin okuma ve öğrenme zevkini kamçılayan ve uzun vadede hayat başarısını etkileyen faktörün ise sadece not başarısının ödüllendirilmesi değil onun gayretinin görülmesi olduğu biliniyor. Sadece not başarısına bağlı “okşanmış” çocuk endişeli ve güvensiz oluyor. Gün içinde güzel bir söz, bir teşekkür, bir “günaydın” bile bir “okşama” olarak ruhumuzun tenine dokunurcasına bizi olumlu etkiliyor. O gün daha az gergin oluyoruz. Oysa kimsenin bizi farketmediği, güler yüzlerden yoksun bir çevrede bizim de ışığımız azalıyor. Yine, çiftler arası mutluluğu, aile içi ilişkileri ve huzuru etkileyen en temel konu pozitif olmak ve iletişimdir” diyoruz. İletişim yollarını tıkayan, bizi en yakınlarımızdan uzaklaştıran iletişimsizlik nasıl önlenir, yeni ve işleyen iletişim kanalları nasıl kurulur? Kendimizi nasıl daha iyi duyururuz? Karşımızdakini nasıl daha iyi dinleriz? Birbirimizi nasıl daha iyi anlarız? Keşkeler yerine bugünü nasıl daha gerçekçi değerlendirir ve yaşarız? Bu ve benzer soruların yanıtlarını kişisel ve kurumsal gelişim süreçlerinde bulmak mümkün. Bu açıdan bakıldığında, psikoloji kuramları arasında Transaksiyonel Analiz, anlaşılabilir ve uygulanabilir bir kuram olarak karşımıza çıkıyor. Zamanı yapılandırma”, “drama üçgeni”, “bilinçdışı psikolojik oyunlar”, “yapısal ve işlevsel analiz”, “senaryo analizi” ve “yeniden karar alma” gibi kavram ve yaklaşımlar Transaksiyonel Analizin zengin içeriğinden belli başlı görüşleri içeriyor. Muriel James’in “Born to Win/Kazanmak için Doğarız” kitabı bu konuda Türkçe’ye çevirisi yapılmış kitaplar arasında.

Makaleyi indirmek için görseli tıklayınız

 

Mutlaka edinilmesi gereken güzel bir kaynak kitap

 

Andragoji ve Pedagoji yaklaşımı. (Çocuk ve Yetişkin Eğitimi & Yönetimi)

Buradaki anahtar kavram “yaşantımızın ilk 20 yılı boyunca otorite, yönetici yönetilen kavranları ile ilgili modelin kafamızda şekillenmesi” idi.

Bu kavram çerçevesinde yönetilenin yani çocuğun/gencin çoğunlukla

  • Otorite sahibi olmadığını,

  • Edilgen olduğunu,

  • Bağımlı olduğunu

  • Bütün performans ölçümlerinin dışarıdan yapıldığını

  • Pasif yapısını işaret ettik

Öte yandan Otoritenin

  • Kararları verdiğini

  • Fikrimizi sormadığını

  • Tecrübelerden faydanlanmadığını

  • Şekillendirici olduğunu

  • Nihai sonuçlara ulaştırıcı olduğunu

  • Kader belirleyici olduğunu gözledik

Aşağıdaki tablo Pedagoji ve andragoji arasındaki temel farklılıkları ortaya koyuyor.

Bu çerçeveden yola çıkarak, öncelikle kendi yönetim tarzımıza baktık.

Bu algıyı günlük yaşantımıza yansıtarak nasıl daha etkili yöneticiler olabileceğimiz ile ilgili kısa bir grup çalışması yapıp görüşlerimizi paylaştık .

Oturumlardan

KPGM Geri Bildirim 26 Haziran 2018
« of 3 »

KPMG Geri Bildirim 4 Temmuz 2018
« of 3 »

Comments

  • Şevval Dere

    Selim Bey öncelikle ellerinize sağlık demek ve halinizi hatrınızı sormak isterim. Daha önceden konferanslarınızdan birinde bulunan ve bu yazıyı okuyan biri olarak şunu söylemek isterim ki bizlerin aslında her zaman içten içe bildiği ama fark edemediği karanlık noktalara ışık tuttuğunuz için teşekkür ederim. Yazdığınız konuyla ilgili daha fazla yorum yapmak istesem de bilgi birikimim müsade etmiyor fakat bir sonraki yazınızı iple çektiğimi söyleyebilirim. Saygılarımla,

    • Selim Gecit

      Şevval Hanım Güzel yorumlarınız için teşekkür ederim. Umarım yakında tekrar bir webinar, hatta belki bir seminerde yine karşılaşırız Saygılarımla S Geçit : )

Leave Comment