Savaşın Kökleri: Psikolojiden Politikaya


"Savaşın Kökleri: Psikolojiden Politikaya"
İnsanlık Neden Savaşır?
Çağlar boyu süregelen savaşlar, aslında Freud’un “Ölüm Dürtüsü” teorisiyle yani doğamızda, derinlerinde yıkıcı ve zarar verici eğilimler taşıdığımız önerisiyle kısmen açıklanabilir. Örneğin, trafikte sinirlendiğimizde kornaya uzun uzun basmamız veya birini kıskandığımızda ona zarar verme isteği duymamız, bu ölüm dürtüsünün yüzeye çıkışları olarak kabul edilir. Freud’a göre, bu yıkıcı dürtüler savaşlar ve çatışmaların da psikolojik bir temelini oluşturur. Bir başka açıklayıcı perspektif de Hobbes’un “Doğal Durum” kavramı olailbilir. Hobbes, ve döneminin öncü filozofları insanların doğal haliyle birbirlerine düşman olduğunu, ve düzenin olmadığı bir ortamda “herkesin herkese düşman” olabileceğini işaret ediyıorlar. Örneğin, bir maçta hakemin olmaması durumunda oyuncuların kendi kurallarını uygulayarak kaosa yol açması ihtimali gibi. Bu anarşik durum toplumları düzenleyen sosyal kontratlar ve yönetimlerin oluşmasını zorunlu kılar, ancak bu düzenler de sık sık savaş ve çatışmaya yol açar.
Özetle, insanlık neden savaşır sorusu ancak, (ve hatta “belki”) karmaşık bir dizi etkenin bir araya gelmesiyle açıklanabilir. Freud’un “Ölüm Dürtüsü” teorisi, yıkıcı eğilimlerimizin kaçınılmaz bir parçası olarak savaşları açıklar, Hobbes’un “Doğal Durum” anlayışı ise insanların kendi çıkarları için sürekli bir rekabet içinde olduğunu vurgular.
Bu iki teori de toplumun düşünce temelinde yatan düşmanlık ve rekabeti ortaya açıklayabilir. Ancak, buradan savaşın kaçınılmaz olduğu sonucuna varmak yerine, bu farkındalık, barışı sağlamak için sosyal ve psikolojik dinamikleri daha iyi yönetmeye yönlendirebilir.
Yani, kritik soru sadece “Neden savaşırız?” değil, bunun yanında “Savaşmak yerine barışı nasıl inşa edebiliriz?” olmalıdır.
ASIL SORU
Ancak, daha derin bir bakış açısı gerektiren asıl soru şu: “Global olarak iktidarların ve silah endüstrisinin, toplulukları birbirine düşürmek için kullandığı propaganda ve manipülasyon taktikleri neden bu kadar etkili? “
İktidar ve silah endüstrisi aktörlerinin toplulukları birbirine düşürmek ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettirmek amacıyla propaganda ve manipülasyon taktikleri kullanması, tarih boyunca sık karşılaşılmış bir durumdur.
Propaganda ve manipülasyon, geniş kitlelerin düşüncelerini ve davranışlarını etkileyerek toplumsal ve politik çıkarlar doğrultusunda hareket etmelerini sağlamak amacıyla tasarlanır. Bu tür taktiklerin etkisi, kitlelerin duygusal ve bilişsel tepkilerini yönlendirebilme kapasitelerine bağlı olarak değişkenlik gösterebilir.
SAVAŞ BAĞIMLILIĞIMIZI NETLEŞTİRİCİ 4 MERCEK
Savaş ve çatışmalar, yalnızca silahlar ve stratejilerle değil, aynı zamanda zihinler ve duygularla da şekillenir ve yürütülür. Burada işaret edeceğim “bilişsel mercekler”, iktidarların toplulukları nasıl manipüle ettiğine ve çatışmaları nasıl körüklediğine dair kritik bir bakış açısı ve farkındalık etkisi yaratabilir.
Şimdi, bu dört merceği daha yakından inceleyelim.
🔍 Ayrıştırıcı Propaganda:
Ayrıştırıcı propaganda, genellikle farklı topluluklar arasındaki farkları abartır ve ‘biz ve onlar’ algısını pekiştirir. Örneğin, bir iktidar, etnik, dini veya ideolojik farklılıkları vurgulayarak toplulukları birbirine düşürebilir ve bu sayede kendi destek tabanını sağlamlaştırabilir.
🔍 Düşman İmajı Oluşturma:
İktidarlar ve silah endüstrisi, bir ‘dış düşman’ imajı oluşturarak insanları korkutabilir ve birleştirebilir. Bu taktik, genellikle toplulukları militarize etmek ve silahlanma çabalarını desteklemek amacıyla kullanılır. Örneğin, Soğuk Savaş döneminde, ABD ve SSCB birbirlerini düşman olarak göstererek kendi bloklarını birleştirmiş ve silahlanma yarışını körüklemişlerdir.
🔍 Dezinformasyon ve Yanlış Bilgilendirme:
İktidarlar ve silah endüstrisi, halkı yanlış bilgilendirerek veya dezinformasyon yayarak toplulukları birbirine düşürebilir ve kendi politik veya ticari çıkarlarını ilerletebilirler. Örneğin, bir ülkenin lideri, rakip bir ülkenin saldırgan niyetler taşıdığına dair yanlış bilgi yayabilir ve bu durum, halkı bir savaşa destek olmaya itebilir.
🔍 İnsanların Duygularını Kullanma:
İktidarlar ve silah endüstrisi, insanların korku, öfke veya milliyetçilik gibi duygularını kullanarak toplulukları manipüle edebilir ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmelerini sağlayabilirler. Örneğin, bir lider, milliyetçi söylemler kullanarak halkı bir ‘dış tehdit’ karşısında birleştirebilir ve bu sayede silahlanma çabalarını destekleyebilir.
SONUÇ
Bugünkü Durum: Anlamsız Çatışmalar ve Kaynakların İsrafı
İçinden geçtiğimiz çatışmalarla dolu dönemi, siyasi ve uluslararası ilişkilerde idealizm yerine gerçekçiliği vurgulayan Realpolitik teorilerle, yani, ahlaki ya da etik kaygılar yerine, somut ve pratik sonuçları hedefleyen doğal tutumların kullanıldığını işaret eden yaklaşımlarla açılamaya çalışmak daha dürüstçe olacaktır. Örneğin, bir ülke kendi ulusal çıkarlarını koruyacaksa, müttefik olabileceği bir ülkenin demokrasi ya da insan hakları konusundaki kötü karnesine göz yumabilir.
Realpolitik yaklaşımlar, genellikle soğukkanlı ve hesaplayıcı bir yaklaşımı temsil eder ve sık sık silahlı çatışma veya savaşa yol açabilir.
Günümüz siyasetçilerinin tutum ve düşüncelerini şekillendirirken ilham kaynağı olarak aldığı bir başka kaynak olan, 1500 lü yıllarda italya da yaşamış düşünür Machiavelli ve onun eseri PRENS e göre “Sevilmek” belirsizdir, fakat korku sayesinde düzen ve otorite sağlanabilir”. Bu yaklaşım, liderlerin güçlerini korumak ve artırmak için her türlü taktiği kullanabileceğini önerir, ki bu da sıklıkla savaş ve çatışmaya yol açabilir.
Öyle anlaşılıyor ki yaşam kaynaklarının (toprak, su, gıda, zenginlik) aslında herkese yetecek kadar olduğunu biliyoruz ve anlıyoruz, ama bu kaynakları adil bir şekilde paylaşmanın gerektireceği zahmetli çalışmanın gerektireceği eforu harcamak yerine , “GÜÇLÜ OLAN KAZANSIN”, ya da “Benden sonra tufan” diyerek çatışıyoruz.
Distopya ya da Utopya İşte Bütün Mesele Bu.
Geleceğe Bakış: Yapay Zeka’nın Rolü ve Etik Sorumluluklarımız
Yapay zeka, optimist bir bakış açısıyla, savaşların irrasyonel nedenlerini aşmamıza yardımcı olabilecek bir araç olabilir. Ancak, Yuvan Noah Harari, Elon Musk ve Stephen Hawking gibi figürlerin uyarılarını dikkate alarak, bu teknolojinin etik ve güvenli bir şekilde nasıl kullanılacağı konusunda ciddi ciddi düşünmemiz ve harekete geçmemiz gerekiyor gibi gözüküyor. Zira, kapitalist şirketlerin kendi çıkarları için bu gücü sorumsuzca kullanabileceği riski her zaman var.
Öyleyse, insanlığın yakın geleceği iki ihtimalden birine yaklaşabilir.
Ya Orwell’ın distopyası, ya da etik ve bilinçli, utopik bir dünya.
Sizce hangisi daha olası ?
İyi Haftalar