Zor Zamanlarda BİZİ BİZ yapan Kararlar Almak (Webinar Özet)

Düşünme alışkanlıklarımız ve yeniliklere adapte olma hızımız, henüz içinde bulunduğumuz çağın mutluluk ve başarı beklentilerini karşılayamazken, pek yakında kendimizi içinde bulacağımız dönem doğru karar almak için her şeyden önce yüksek farkındalık ve NET görüş gerektiriyor.
Webinar ÖZETİ
Okumaya Devam EdinDoğru Karar Almak

Yakın geleceğin (“yeni”) normal şartları altında iyi bir yaşam kalitesi tecrübe etmek için, sadece söz konusu düşünme hatalarını yenmemiz yetmeyecek, bunun ötesinde daha önce gerekli bulmadığımız yeni beceriler edinmemiz de gerekecektir.
Yazının (ve oturumun) Kurgusu : Yaygın düşünme hatalarının nedenleri ve bu durumla ilgili neler yapılabileceği konusunda literatürde önümüze çıkan modellerden inşa edilmiş bir derleme.
Şayet Elinizdeki Tek Alet Çekiçse Her Şey Çivi Olarak Görünmeye Başlar (BURAYI TIKLAYINIZ)

Babam yıllarca “sonuç almak için SERT olmak gerekir” algısıyla hareket etti, bu tavrın işe yaradığı durumlar oldu elbette ama, her durumda aynı tutumla sonuç almaya çalışmak, her hastalık için aynı ilacı kullanıp iyileşme beklemeye benzetilebilir.

“Bozuk bir saat günde iki kez %100 doğru olacaktır” ama bu gerçek, ona güvenerek plan program yapmamıza sebep olmaz.
Bu yazıda, yeni normal içerisinde başarılı olmak için geçmişten bu yana kullanmaya alışageldiğimiz düşünme modellerinin muhtemel tehlikesi ve bu durumla ilgili neler yapabileceğimiz konusuna odaklanıyorum.
Dan Pink
Kitap özeti : Dr. Okan Acar Blogundan
Kitap temelde motivasyonun zaman içindeki evriminden bahsediyor. Buna göre ilk motivasyon sistemi, Motivasyon 1.0 adı verilen ve insanların çağlar önce fiziksel ihtiyaçlarını gidermek için kullandıkları harekete geçme sistemidir. Daha sonraları insanlar ödül ve ceza ile motive olmaya başlamışlar ve buna Motivasyon 2.0 adı verilmiş.
Fakat günümüzde her ikisi de büyük ölçüde geçerliliğini yitirerek yerlerini Motivasyon 3.0 denilen sisteme bırakmış. Buna göre Motivasyon 3.0 insanların ödül veya ceza ile değil bir işte ustalaşmaya çalışarak, belli bir amaç ekseninde, daha özerk bir ortamda yaptıkları çalışmalar ile sağlanabiliyor.
Kitap özeti devamı için link
ŞAYET ELİNİZDEKİ TEK ALET ÇEKİÇSE HER ŞEY ÇİVİ GİBİ GÖZÜKMEYE BAŞLAR. Buradaki fikri Dan Pink’in adına mastery (ustalık) dediği olguyla işaret ettik. İnsan bir konuda ustalaştığında yaptığı işten aldığı haz artıyor ve başka şekilde iş görmek gittikçe güçleşiyor. Doğamızdaki üstünlük çabası da, kendimizi iyi hissetmemizi, üstün hissetmemizi sağlayan USATLIĞIMIZDAN vazgeçmemizi daha da zor hale getiriyor.
'Üstünlük Çabası' Benliğin Üzerine İnşa Edildiği Temel (BURAYI TIKLAYINIZ)
Düşmanla mücadele ederken kendisinden daha keskin nişancıları takımına almayan komutanın kaderi.
Tatmin hissini neredeyse tamamen etrafındakilerden üstün olduğunu bildiğinde elde eden bir birey, ister istemez zihninde kendi yarattığı ve kendini üstün hissetmesine yardım edecek hikayelere inanmayı tercih eder. (“zaten Ahmet çok şişman”, “ben olmasan bu ekip dağılır gider” vb)
En temel zihinsel dinamiklerden biri olan üstünlük çabası aşağılık kompleksiyle el ele dolaşır her zaman.
Kimi yöneticiler, neredeyse tamamen bu üstünlük çabasının itkisiyle yönetim pozisyonlarına gelirler (D. McClelland ihtiyaçlar modeli)
Bu yöneticiler, yönetim pozisyonlarına gelmenin kolay olmadığını bildikleri gibi, o pozisyonda kalmanını oraya gelmekten daha da zor olduğunu fark etmişlerdir.
Bu durumda yapılacak iki şey vardır, ya şirketin başarısını kendi üstünlük ihtiyacının tatmininin önüne çıkartıp kendisinden parlak insanlarla çalışmaya başlamalı, ya da etraflarında kendisinden daha akıllı, daha yetenekli insanları barındırmayarak en parlak yıldız olarak orada durmaya devam etmelidir.
Yeni dünyada başarılı olmak için bu ZAAF dikkate alınmalıdır
Alfred Adler
Üstünlük Çabası

Üstünlük Çabası
Adler hepimizin yaşama bir aşağılık duygusuyla başladığımızı Söyler.
Güçsüz ve çaresiz bir çocuğun yaşamını sürdürebilmek için daha büyük ve güçlü yetişkinlere bağımlı olması, bunun ilk örneğidir.
Adler‘e göre bu algı, yaşam boyu aşağılık duygularımızla başa çıkmak için göstereceğimiz çabanın başlangıcıdır. Adler bunu üstünlük çabası olarak adlandırır. Freud güdülenmeyi cinsellik ve saldırganlık temalarıyla açıklarken, Adler üstünlük çabasının yaşamdaki güdüleyici güç olduğunu öne sürer. Ona göre, bütün diğer güdüler bu tek oluşum altında ele alınabilir. “Üstünlük çabasını, bütün psikolojik olgularda açıkça görmeye başladım” diye yazmıştır. “Bütün sorunlarımızın altında bu yatar ve bu çaba, sorunlarla başa çıkma yöntemlerimizde de kendini belli eder. Bütün işlevlerimiz, üstün olma arzusu yolundadır” (Ansbacher & Ansbacher, 1956, s. 103). Adler’e göre neredeyse yaptığımız her şey yaşamdaki engeller üzerinde bir üstünlük kurmak ve böylece aşağılık duygularımızdan kurtulmak üzere tasarlanmıştır. Neden yüksek not almak, sporda başarılı olmak, iktidar sahibi olmak için bu kadar çok çalışırız? Çünkü bunları başarmak bizi aşağılık duygularımızdan bir adım ileriye götürür. Hatta kendimizi ne kadar alçalmış görürsek, üstünlük çabamız da o kadar artar. Örneğin Franklin Roosevelt çocuk felci geçirmiş ve sakat kalmıştı. Buna karşın belki de bu sakatlığından dolayı, 20. yüzyıl’ın en etkili kişilerinden birisi olmayı başardı. Tabii bazı durumlarda aşırı aşağılık duygusu, ters bir etki de yaratabilir. Bazı insanlar, bütün herkesten daha az kıymetli olduklarına inanır ve aşağılık kompleksi geliştirebilir. Sonuçta, kişiyi üstünlük kurmaya yöneltecek bir dürtü degil. çaresizlik duygusu ortaya çıkar. Ancak Adler başarıyı akıl sağlığıyla denk görmemiştir. Bunun yerine, uyum sağlamış insanların üstünlük mücadelelerini toplumsal çıkarlar doğrultusunda yaptıklarını belirtmiştir. Başarılı meslek sahipleri, diğer insanların da iyiliğini gözeterek hedeflerine ulaşırlarsa, bu başarıları sayesinde bir üstünlük ve kişisel doyum duygusu yaşayabilirler. Başarı tüketicilere iyi bir ürünü uygun bir fiyattan satarak herkesin hayatını biraz daha mutlu kılmaktır. Uyum sağlayamamış insanlar ise, üstünlük mücadelelerini bencillik ve uğruna her şeyi göze aldıkları kişisel zaferler ile kazanmaya çalışırlar. Kişisel kazançları ve iktidar hırsı için göreve gelmek isteyen politikacılar, uyum gösterememiş kişilerdir. Toplumda gördükleri yetersizlikleri düzeltmek için göreve gelmek isteyen politikacılar ise iyi uyum göstermiş bir üstünlük çabası sergilerler.Kişilik Gelişiminde Anne Baba Etkisi
Freud gibi Adler de yaşantımızın ilk birkaç yılının yetişkin kişiliğinin oluşumunda son derece önemli olduğuna inanmıştır. Ancak Adler bu süreçle anne babaların etkisini de vurgulamıştır.Çocuğun ileriki yıllarında kişilik sorunu yaşamasına neden olacak iki tür anne baba davranışı belirlemiştir.
Birincisi, çocuklarına çok özen gösteren ve aşırı koruma sağlayan, dolayısıyla da çocuğunu şımartma tehlikesi yaratan anne baba davranışıdır. Şımartmak, çocuğun bağımsızlığını elinden alır, aşağılık duygularını arttırabilir ve bazı kişilik sorunlarının temelini oluşturur. Örneğin, anne babalar çocuğun hızlı bisiklet sürmesini engelleyip, onları saldırgan arkadaşlarından koruyup, korku filmi izlemesini yasaklayabilir. Sonuç olarak, çocuk yaşamın getirdiği sorunların büyük bir kısmıyla başa çıkamayarak büyür. Ailesi tarafından şımartılmış insanların kendi başlarına yaşamakta, kendi kararlarını almakta ve her gün karşılaştığımız sıkıntı ve hayal kırıklıklarıyla başa çıkmakta zorlandığını görmüşsünüzdür. Çocukların kendi sorunlarını çözmelerine ve bazı kararları kendilerinin almalarına izin vermek, uzun vadede onların iyiliğine olacaktır. Anne babalar çocukların kendi tercihlerini yapmalarına izin vererek onları şımartmaktan kaçınmış olur. Ancak bunu yaparken çok aşırıya kaçmamak gerekir. Ebeveynlerin yaptığı ikinci hata da çocukları ihmal etmektir. Büyüme sürecinde anne babasından çok az ilgi gören çocuklar, soğuk ve şüpheci olur. Yetişkin olduklarında sıcak insani ilişkiler kurmakta zorlanırlar. Samimiyet onları rahatsız eder, birinin kendilerine yakın olmasından ve dokunmasından hoşlanmazlar.KRILMA NOKTALARINI FARK ETMEMEK. Yukarıda söz ettiğimiz davranış kalıbı (geçerliliğini kaybetmekte olan yöntemlerle iş görmeye devam etme eğilimi) yaşantımızda çeşitli krizlere sebep olmaya başlar. Bu krizler aslında iş yapış şekillerimizi yenilememizi işaret eden KIRLMA NOKTALARI / ÇARK NOKTALARIDIR. Söz konusu sorunların büyük bir kısmının ortaya çıkmasında asıl sorumluluk bizim olmasına rağmen kendi sorumluluğumuz görmezden gelmek ve tüm olumsu sonuçlar için dış faktörleri sorumlu tutmak (Self Serving Bias) en kolay ve rahatlatıcı yöntemdir.
Self Serving Bias - Hatalarımızdan Öğrenmeme Hatasına Neden Düşeriz?(BURAYI TIKLAYINIZ)


Kendini kayırma eğilimi: Self Serving Bias Video
Videoyu izlemek için yukarıdaki görseli tıklayınız
Kendini kayırma eğilimi, kişinin bir yandan başarıyı kendisine mal ederken, diğer yandan başarısızlık için suçu dışsal etmenlere yüklemesidir. Başarılarımızı kendi yeteneklerimiz, çok çalışmamız ya da genel olarak iyi olmamız gibi içsel nedenlere yükleriz. Başarısızlıklarımız içinse kötü şans, baskıcı bir politik yapı, kötü hava şartları vb. dışsal nedenleri suçlarız.
Bu yanılgı, atfetme yanılgılarının en güçlü olanıdır ve kültürlerarası varlığı da araştırmalarla saptanmıştır (Fletcher ve Ward, 1988). Ancak, kendini kayırma eğilimi, bireyci eğilime sahip toplumlarda toplulukçu eğilime sahip toplumlarda olduğundan çok daha güçlüdür (Chandler ve ark. 1981; Kashima ve Triandis, 1986).
Günlük yaşamda birçok olayda bu yanılgıyı çoğumuz yaşarız. Aşağıdaki örneklerle bunu gözümüzün Önüne getirmeye çalışalım:
- Kumarbazların başarılarını yeteneklerine, başarısızlıklarını şansa bağlaması; öğrencilerin sınavlardan iyi not almalarını yetenek ve çabalarına bağlarken, kötü not almalarını sınavın zorluğuna veya öğretmenin kıt not vermesine bağlaması;
- İki kişinin oynadığı takımlarda eşlerden birinin kazanılan puanların kendi iyi oynadığı için alındığını, kaybedilen puanlarınsa diğer oyuncu kötü oynadığı için kaybedildiğine inanması;
- Birinin bizi niye sevmediğini açıklarken, sorunun diğer kişide olduğunu söyler ve sorumluluğu üstümüze almazken, birinin bizi niye sevdiğini açıklarken de kendi iyi kişilik özelliklerimizi sebep olarak göstermemiz gibi.
İnsanlar neden böyle bir yanılgıya düşüyorlar?
Neden iyi olayları içsel nedenlerle açıklarken, kötü olayları dışsal nedenlere bağlıyoruz?
Bu soruya verilen cevaplardan biri güdüsel bir açıklamadır.
Bu açıklamaya göre, insanlar bu tür yanılgılara düşerek benlik kavramlarını ve özgüvenlerini korumaya güdülenmişlerdir.
Örgün eğitim kurgusunun yaşam kalitemize etkisi. İş hayatında başarılı olmak, potansiyelimiz olan yaşam kalitesini tecrübe etmek için sahip olmamız gereken kritik yetkinlikleri ÖRGÜN EĞİTİMLE elde ettiğimizi düşünmek isteriz.
Self Serving Bias - Hatalarımızdan Öğrenmeme Hatasına Neden Düşeriz?(BURAYI TIKLAYINIZ)

Kendisini mutlu ve başarılı addeden profesyonellerin ortak paydası nedir? Hangi yetkinliklere sahiptirler?
-
Evrensel olarak örgün eğitimin var olama sebebi nedir? (ekonomik sistemin çarklarını döndürmek için gerekeli eleman yetiştirmek, bireyi hayata hazırlamak vb)
-
Üzerinde durduğumuz kritik yetkinliklerin ne kadarı müfredatlarla bize aktarılıyor olabilir?
Elimizde kesin bir data olmamasına rağmen, oturumlar esnasında yaptığımız tartışmalarda örgün eğitim sisteminin, başarılı mutlu bir profesyonel yaşam tecrübe etmek için ihtiyacımız olan yetkinliklerin %30 dan fazlasını vermiyor olabileceği sonucuna vardık.
Buradan çıkarmamız gereken sonuç ; "Potansiyelimiz olan yaşam kalitesine ulaşmak için iş hayatına atıldıktan sonrada SÜREKLİ ÖĞRENMEYE DEVAM ETMEMİZ gerektiği" olacaktır
Çok çalışmak Azimli olmak anlamına gemliyorsa. En usta olduğumuz beceriye olan ihtiyaç azalıp, eskisinden daha az para kazanmaya başladığımızda çok çalışmaya başlarız. Yapageldiğimiz şeyleri her zaman yaptığımız şekilde ve fakat daha hızlı, daha uzun saatler yapmaya başlarız. Yoruluruz. Yoruldukça da ELİMDEN GELENİN EN İYİSİNİ YAPIYORUM düşüncesiyle kendimizi rahatlatırız.
Çok Çalışmakla Azimli Olmayı Karıştırdığımızda(BURAYI TIKLAYINIZ)
Angela Duckworth, AZİM adlı çalışmasında, başarıları kabul görmüş, AZİMLİ insanların mutlaka çok çalıştığını ama çok çalışanların mutlaka başarılı olmadığını işaret ediyor.
Duckworth’un AZİM teorisine göre; 10 yıl boyunca her gün 5 km koşan bir insan, her geçen gün daha yüksek performans göstermeyi, her geçen gün daha iyi olmayı bekleyebilir.
“Ancak” diyor Angela Duckworth “Şayet her koşuda zaman tutmadıysanız, belli bir mesafeyi daha hızlı koşmak için hedef belirlemediyseniz, farklı diklikteki yokuşlarda, farklı parkurlada koşmadıysanız, geri bildirim almadıysanız, hedef belirlemediyseniz, yaptığınız şey en iyi şartlarda ÇOK ÇALIŞMA olarak adlandırılabilir ama gelişmek, daha iyi olmak için AZİM gereklidir.”
Özetle; Yeni normalin zorluklarıyla yüzleşmek için geçmişin zorlukları karşısında işe yaradığını düşündüğümüz ve bildiklerini bize öğretmiş anne babamız için bile müthiş sonuçlar getirmemiş BAŞA ÇIKMA metodlarını kullanarak gelecekle yüzleşmeyi düşünmek çok aklcı olmayacak gibi gözüküyor
Kitap özeti : Mine Kobal Ok Blogundan
Kitabın kurgusuna bağlı kalarak başlayalım.
Başarılı insanların ortak noktalarını tanımlamak üzere yıllara yaygın araştırmalar ile çalışmalarına başlıyor Duckworth. Okullardaki heceleme yarışmalarından, West Point askeri okuluna ve kurumsal şirketlerin en başarılı satış ekiplerine uzanan çalışmaları sonucunda kitapta paylaştığı yaklaşıma ulaşıyor. “Her ne kadar çabamızı ortaya koysak da her zaman bizden daha yetenekli olanların bizim önümüze geçeceğine inanıyoruz.” ifadesini sorgulayarak hikayesini şekillendiriyor. İyi haber şu ki yetenek bir katsayıya sahipken, ortaya konan çaba çarpı iki gücünde etkiye sahip. Bize daha tanıdık gelecek ifade ile “içten yanmalı” olmak yeteceğin önüne geçebiliyor. Bu durumu Duckworth bir formülle ifade ediyor.
Yetenek x Çaba = Beceri
Beceri x Çaba = Başarı
Dolayısıyla başarının içinde iki katı çaba yeralıyor. Tam bu noktada …….
İyi haftalar
Selim Geçit

Pearson Türkiye işbirliğiyle hazırlanmış Liderliğin Esasları Profesyonel Gelişim Programı, varlığını iş dünyasında sürdüren her profesyonelin yaşam kalitesine katkıda bulunacak şekilde kurgulandı.

İkişer günlük 3 modülden oluşan oturumlar bireyin öz farkındalığını destekleyen kavramlara odaklanarak başlayıp, organizasyonun en tepesinde ihtiyacımız olacak yetkinliklerle odaklanarak bitiyor.

Selim Geçit